ENGELLİLERİN YÜKÜ DEĞİL, TOPLUMUN VİCDAN BORCU
Engelliler, insanlık tarihinin her döneminde toplumların yüzleşmek zorunda olduğu bir hakikat olmuştur. Bugün modern dünyanın parlak ışıkları altında yaşarken bile bu gerçek, gözlerimizi çevirdiğimizde dahi vicdanlarımızı sızlatan bir yara olarak karşımızda durmaktadır.
Ülkemizde ve dünyada milyonlarca engelli birey, her gün yalnızca kendi yaşam mücadelesini değil; aynı zamanda toplumun onlara koyduğu görünmez engelleri de aşmaya çalışmaktadır. Geçmişte savaşların, salgınların ve zor şartların artırdığı engelli oranı; bugün trafik kazaları, iş kazaları, sağlık alanındaki ihmaller ve tedbirsizliklerle daha da büyümüştür. Bu tablo bize şunu haykırmaktadır: Engelliler sadece kendi kaderleriyle sınanmıyor; toplumun vicdanı, adaleti ve insanlığıyla da sınanıyor.
Evet, engelli birey sabırla, metanetle, sorumluluk bilinciyle yoluna devam eder. Ancak bu yolda yalnız bırakılıyorsa, bu artık bireysel değil, toplumsal bir eksikliktir. Sağlıklı bireylerin sahip olduklarına şükretmesi, engelli kardeşine el uzatması, onu hayata hazırlaması yalnızca bir iyilik değil, bir insanlık borcudur.
Bugün en büyük endişem şudur: Engelli bireyler, yetişkinlik çağına geldiklerinde ve aileleri artık yanlarında olmadığında nasıl bir yaşam sürecektir? Kurumların yetersizliği elbette ki büyük bir sorun. Ancak daha derin bir yara, ailelerin bilinçsizce sergilediği “koruma” anlayışıdır.
Yıllarca evin bir köşesinde tutulan, dışarı çıkarılmayan, sosyalleşmesine izin verilmeyen, kendi yemeğini hazırlamasına, eline bastonunu almasına fırsat verilmeyen bir bireyin geleceği nasıl olur? Ağır engel grubunu elbette ayrı tutuyorum. Ancak eğitim ve fırsat verildiğinde toplumun içinde var olabilecek, üretken bireylere dönüşebilecek nice engellimiz, ailelerinin bilinçsiz sevgisi yüzünden hayata tutunamamaktadır. İşte bu yalnızca onların değil; hepimizin kaybıdır.
Buradan tüm velilere ve topluma sesleniyorum:
Ben çağrı yapıyorum. Bir gün siz olmadığınızda, kıyamayıp köşeden kaldırmadığınız, dışarı çıkmasına izin vermediğiniz, bastonunu eline vermediğiniz, ocağın başına geçmesine engel olduğunuz çocuklarınızın nasıl bir hayat süreceğini hiç düşündünüz mü? Onu hayata hazırlamadan, kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamadan, geleceğe nasıl güvenle bakabileceğini sanıyorsunuz?
Gerçek sevgi zincir vurmak değil; özgürlüğe, bağımsızlığa ve hayata hazırlamaktır.
Unutmayın ki engellilerin hayata katılması toplumun yükünü artırmaz; tam aksine o toplumu daha güçlü, daha vicdanlı, daha insanca yapar. Bugün engellilere bağımsız yaşam hakkı tanımak bir lütuf değil; ahlaki bir zorunluluk, vicdani bir görevdir.
ENGELLİ HAK SAVUNUCUSU, REHBER, BAĞIMSIZ YAŞAM KOÇU, KOORDİNATÖR, MİLLİ YÜZÜCÜ, ŞAİR, BİLGİSAYAR YAZILIMCISI, YAZAR
SAKARYALI YUSUF DURDURMUŞ
