ENGELLİLİĞE DEĞİL, İNSANLIĞA BAKABİLMEK
Toplumda engelli bireylere yönelik algılar hâlâ iki uç arasında gidip gelmektedir: Ya acınacak, korunmaya muhtaç bir kişi olarak ya da olağanüstü yeteneklerle donatılmış, mucizevi bir varlık gibi… Oysa gerçek bundan çok daha basittir ve aslında daha derindir: Görme engelli birey de herkes gibi insandır. Güçlü yanları da vardır, zayıflıkları da. Kimi zaman başarılı olur, kimi zaman başarısız; kimi zaman bencil davranır, kimi zaman toplumun çıkarlarını gözetir. Bu kadar basit ve bu kadar insanca.
Bugünün Türkiye’sinde bir görme engelli birey, bankada hesap açmaya gittiğinde hâlâ “Yanında imza atabilecek biri var mı?” sorusuyla karşılaşabiliyor. Noterde işlem yapmak istediğinde sanki kendi aklı yokmuş gibi saatlerce prosedürle uğraştırılıyor. Bir şehirler arası otobüs yolculuğu planladığında, görevlinin ilk tepkisi hâlâ “Tek başına seyahat etmenize izin veremeyiz” olabiliyor. Metroda veya hızlı trende yolculuk eden bir görme engelli, bazen insanların tuhaf bakışlarına, bazen de “Sen nasıl tek başına çıktın?” gibi küçümseyici sorulara maruz kalıyor.
Bir üniversite öğrencisini düşünün: Görme engelli olduğu için ders kitaplarının büyük kısmına erişemiyor, kütüphanede aradığı kaynağa ulaşamıyor. Arkadaşlarının iki saatte yaptığı ödevi, erişilebilirlik eksikliği yüzünden günlerce uğraşarak yapıyor. Sonra aynı öğrenci, yazılım geliştirmeyi öğreniyor ve görme engellilerin hayatını kolaylaştıracak bir uygulama yazıyor. Oysa toplumun görevi, onun önüne engel koymak değil, koşullarını eşitlemekti.
Bir genç kadının market alışverişinde telefonundaki barkod okuyucuyla ürünleri bağımsızca tanıyabilmesi, bir sporcunun göremese de kulağıyla yön bulup madalyalar kazanabilmesi, bir görme engelli müzisyenin sahnede binlerce kişiye seslenebilmesi… Bunlar olağanüstü mucizeler değil, fırsat verildiğinde ortaya çıkan çok doğal insan hikâyeleridir. Ama hâlâ, toplu taşıma araçlarında bir görme engellinin bastonunu çekiştiren, “Otur, düşersin” diye bağıran, ya da yardım adı altında bireyin bağımsızlığını hiçe sayan insanlar çıkıyor. İşte bu yanlış davranışların her biri, engelliye değil topluma yakışmıyor.
İnsan hakları perspektifinden bakıldığında, engellilik bir eksiklik değil; toplumun doğru düzenlenmediğinde ortaya çıkan bir eşitsizlik meselesidir. Her bireyin eşit şekilde eğitim, ulaşım, istihdam ve kültürel hayata katılma hakkı vardır. Ancak günlük hayatta hâlâ asansörlerin çalışmadığı, sesli sinyalizasyonun bozulup günlerce onarılmadığı, bankacılık sistemlerinin erişilebilir olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Tüm bunlar aslında görme engellinin değil, toplumun körlüğüdür.
Bugün görme engelli bireyler arasında bilgisayar yazılımları geliştirenler, uluslararası başarılar kazanan sporcular, iş dünyasında markalar yaratan girişimciler, topluma yön veren hak savunucuları vardır. Onların tek istediği acınmak veya kutsanmak değil; eşit haklara sahip olmaktır.
Unutulmamalıdır ki engellilerin önündeki gerçek engel, gözlerdeki perde değil; toplumun önyargıları, ihmalleri ve vurdumduymazlığıdır. Gelin, başkalarının hayatına engel koymak yerine yollarını açalım. Çünkü gerçek insanlık, farklılıkları anlamakta değil; eşitliği hayata geçirmektedir.
ENGELLİ HAK SAVUNUCUSU,
MİLLİ YÜZÜCÜ,
BAĞIMSIZ YAŞAM KOÇU,
REHBER ŞAİR,
KOORDİNATÖR,
YAZAR,
BİLGİSAYAR YAZILIMCISI,
SAKARYALI YUSUF DURDURMUŞ
