KALBİN NEHRİ: İNSAN İNSANA MUHTAÇTIR İnsanın içinde görünmez bir nehir akar: sevgi ve merhamet nehri. Bu nehir kurumaya yüz tuttuğunda, insanlığın tüm değerleri yok olmaya başlar. Çünkü insanı ayakta tutan ne zenginliği, ne şöhreti, ne de makamıdır. Onu gerçekten insan yapan, kalbinde taşıdığı merhametin sıcaklığı ve sevgisinin berraklığıdır.
Bugün dünya hızla büyüyor, şehirler göğe yükseliyor, teknoloji sınır tanımıyor. Ama ne fayda? Bir görme engelli yanlış döşenmiş kaldırımlarda bastonuyla tökezlerken, bir bedensel engelli rampasız bir binanın kapısında çaresizce kalırken, bir işitme engelli derdini anlatacak işaret dili bilen bir memur bulamazken bu ilerlemelerin ne anlamı vardır? İnsan, insana muhtaçtır. Eğer kalpte merhamet yoksa, teknolojinin ve modernliğin insana faydası yoktur. Hassasiyet, haysiyetli insana mahsustur. Bir otobüs şoförünün “abi burası senin durağın” demesi, görme engelliye sadece bilgi vermek değildir; bu söz merhametin ta kendisidir. Bir öğrenci arkadaşının tekerlekli sandalyedeki dostuna kitaplarını taşıması, sadece bir yardım değildir; bu hareket vicdanın imzasıdır. Çünkü merhamet, sıradan bir davranış değil; insan olmanın asıl şerefidir.
Fakat unutmamak gerekir: Kopan bağlara yeni düğümler atılmaz. Bir engelli bireyi toplumdan dışladığınızda, ona fırsat vermediğinizde, küçümsediğinizde ya da yok saydığınızda o kalpte açılan yarayı onarmak mümkün değildir. Engelli bireyin okulda alay konusu edilmesi, iş başvurusunda görmezden gelinmesi, spor sahasında kenara itilmesi aslında hepimizin insanlık bağını koparmaktır. Çünkü engelliyi dışlamak, kendi vicdanımızı da yaralamaktır.
Umut ise kahve gibidir. Karnı doyurmaz ama hayata tat verir. Kolunu kaybetmiş bir gencin ayaklarıyla piyano çalması, tekerlekli sandalyedeki bir sporcunun sahada aslanlar gibi mücadele etmesi, görme engelli bir yüzücünün kulaçlarıyla suda özgürlüğe kavuşması… Bunlar sadece onların başarıları değil; topluma umut aşılayan kahve kokusudur. Kahve nasıl odanın her köşesine yayılıyorsa, bu azim de toplumun her kalbine yayılır.
Ve en büyük hakikat şudur: Kim kendi kefenini kendi giyebilir ki? Hayat, insana eninde sonunda bir gerçeği hatırlatır: İnsan, başkasının merhametine muhtaç olmadan yaşayamaz. Bugün güçlü, sağlıklı, genç ve gururlu olan beden, yarın yaşlanır, yorulur, tükenir. Bastona tutunur, yatağa düşer, başkasının eline bakar. İşte o zaman anlarız ki engellinin hayatı, aslında yarının bizleriyiz.
O hâlde bize düşen tek şey vardır: İnsan, insanın yükünü hafifletmelidir. Engellisine, engelsizine bakmadan; kimseyi ayırmadan, kibirlenmeden. Çünkü baki olan ne servettir, ne makam, ne de şöhret. Baki olan tek şey, bir kalpte bırakılan izdir. Ve bir engelli bireyin “Allah razı olsun” diyerek yüzünde açtığı bir tebessüm, dünyanın en değerli mirasıdır.  REHBER KOORDİNATÖR ENGELLİ HAK SAVUNUCUSU MİLLİ YÜZÜCÜ BAĞIMSIZ YAŞAM KOÇU BİLGİSAYAR YAZILIMCISI YAZAR ŞAİR SAKARYALI YUSUF DURDURMUŞ