GÖRÜNMEYENİ GÖRMEK: ENGELLİ BİREYLERLE HAYATIN SESSİZ ORTAKLIĞI
Sabahın erken saatleri…
Sokak lambaları yeni sönmüş. Bir anne çocuğunu okula hazırlıyor. Yan odada bir baston kapıya yaslanmış.
Çünkü o bastonun sahibi, o sabah işe gitmek için kaldırımların dengesiz taşlarıyla mücadele edecek.
Başka bir köşe başında, elektrikli tekerlekli sandalyesiyle yokuşu çıkmaya çalışan bir genç var.
Yanından hızla geçen araçlar, kaldırımdaki park etmiş motosikletler, asla düşünmedikleri bir gerçeği yeniden yüzüne çarpıyor:
Bu şehir ona göre yapılmamış.
İşte tam da bu anlar, hayatla engelli bireylerin iç içe nasıl yaşadığını anlatır.
Görünmeyen bir mücadele, duyulmayan bir sabır ve sürekli bastırılan bir “ben de buradayım” çığlığı…
Çünkü engelli bireyler, bu toplumun izleyicisi değil.
Rol dağıtılmamış figüranlar da değiller.
Onlar hayatın tam ortasında, sizinle aynı anda nefes alan, düşünen, hisseden, yaşayan insanlar.
Fark nedir biliyor musunuz?
Siz asansörü “bozulmuş” görürsünüz,
onlar “yok sayıldıklarını”.
Siz restoran menüsünü hızlıca okursunuz,
onlar seslendirilmeyen bir menüde “karanlıkta bırakılır”.
Siz dilediğinizce sokakta yürürsünüz,
onlar bir kaldırım kenarında “tehlike ve dışlanmışlık” arasında yol bulmaya çalışır.
Bir işitme engelli genç düşünün.
Ailesiyle birlikte bir düğüne katılıyor. Müzik çalıyor, herkes gülüyor, dans ediyor.
Ama o sadece insanların dudaklarının hareketini izliyor.
Çünkü onun eğlencesi “duyma” ile değil, “anlaşılma” ile mümkün.
Bir otizmli çocuk düşünün…
Marketteki sesler, ışıklar, kalabalık…
Hepsi onun için bir saldırı gibi.
Ve annesi ona değil, başkalarının bakışlarına karşı sürekli bir savunma içinde.
İşte bu hayatlar, bizlerin her gün yanından geçtiği ama nadiren durup baktığı gerçekliklerdir.
Oysa tek gereken şey: görmek.
Sadece gözle değil, yürekle görmek.
Bu toplumda engelli birey olmak; sadece bir fiziksel zorluk değil, sürekli anlatma, açıklama, ispat etme mecburiyetidir.
“Yapabilirim.” demek yetmez, önce “yapabileceğine” inanılmalıdır.
Onlar zaten kendi sınırlarını zorlarken, bizler önlerine sınır koymamalıyız.
Bazen bir baston bir çocuğun oyuncağı olur, bazen bir işaret dili bir arkadaşlığı kurtarır.
Bazen bir rampa bir annenin dualarına dönüşür, bazen bir sesli betimleme bir hayalin tamamlanışıdır.
İşte bu yüzden…
Empati bir lütuf değil, bir görevdir.
Erişilebilirlik bir ayrıcalık değil, bir haktır.
Ve farkındalık bir afiş günü değil, bir yaşam biçimidir.
Siz bir görme engelliyle yürümemişseniz,
bir işitme engelliyle sohbet etmemişseniz,
bir otizmli çocuğun gözlerinde kaybolmamışsanız,
bir gün tekerlekli sandalye ile bir yokuşu tırmanmamışsanız,
hayatın sadece yarısını yaşamışsınızdır.
Bu yazı bir çağrıdır:
Kapılarınızı değil, kalplerinizi açın.
Yolları değil, önyargıları düzeltin.
Birlikte yaşamanın güzelliğini sadece sözle değil, davranışla gösterin.
Çünkü engelli bireyler toplumun kenarında değil, kalbinde yaşar.
Ve bir toplum, en çok kimi dışarda bırakıyorsa, aslında en büyük değerini orada kaybediyordur.
REHBER
BAĞIMSIZ YAŞAM KOÇU
KOORDİNATÖR
MİLLİ YÜZÜCÜ
ENGELLİ HAK SAVUNUCUSU
AKTİVİST
YAZAR
BİLGİSAYAR YAZILIMCISI
ŞAİR
SAKARYALI
YUSUF DURDURMUŞ