Kırılmanın Sessiz Çığlığı: Değer Vermek mi, Umursamamak mı?
İnsan ilişkilerinde en çok göz ardı edilen şey, belki de en çok ihtiyaç duyulan şeydir: anlaşılmak. Her birey zaman zaman canının yandığını dile getirir, rahatsızlıklarını ifade eder, sınırlarını çizer. Fakat bu çabalar, karşı tarafın duyarsız duvarlarına çarptığında ne olur? Aynı davranışların, aynı sözlerin bir döngü hâlinde tekrar ettiği bir ilişkide, insan ister istemez sorgular: “Acaba bu kişi bana gerçekten değer veriyor mu, yoksa beni gerçekten umursamıyor mu?”
Gerçek sevgi, sadece sevdiğini söylemekle olmaz. Sevgi, bir sorumluluk duygusunu da beraberinde getirir. Bir insan karşısındaki kişiyi seviyorsa, onun canını yakmaktan, onu kırmaktan korkar. Olası bir incinmeye sebep olmamak için gösterdiği hassasiyet, gerçek değerin bir göstergesidir. Tıpkı bir gül bahçesine ulaşmak için dikenleri tek tek temizlemek gibi… Değer veren insan, sevdiği kişinin yürüdüğü yolda canı yanmasın diye dikenleri ayıklar. Çünkü bilir ki, o dikenlerden biri canı acıtabilir.
Ancak bu özeni göstermeyen, aynı hataları tekrar tekrar yapan biri karşısında artık niyet sorgulanmalıdır. Değer vermeyen bir kalp, karşısındakinin hislerini önemsemez. Sadece kendi konforunu düşünür. Bu kayıtsızlık ise zamanla karşı tarafı yavaş yavaş içten içe parçalar. Önce bir cümleyle kırılır insan, sonra bir bakışla, sonra bir suskunlukla… Ve sonunda öyle bir noktaya gelir ki artık kırılacak hiçbir yeri kalmaz. Geriye yalnızca sessizlik kalır. O sessizliğin içinde ise nafile çabalar, gecikmiş fark edişler ve artık geri dönülmez bir mesafe vardır.
İlişkilerde en önemli sınav, “söylenene kulak verip vermemek” sınavıdır. Bir insan tekrar tekrar rahatsızlıklarını dile getirdiği hâlde karşılığında aynı davranışlarla yüzleşiyorsa, bu bir tesadüf değil, bir tercihtir. Ve her tercih, gerçek bir yüzleşmeyi gerektirir. Çünkü sevgi bahane kabul etmez; ya vardır ya da yoktur.
SAKARYALI YUSUF DURDURMUŞ